Fındık bahçesindeki minik bir kızın düşlerinden, zehirsiz üretim yapan bilge bir kadın girişimciye
Gola Atölye’nin kurucusu Azize Demirhan , kadim reçeteler ile ‘sürdürülebilir bir yaşam döngüsü için doğa dostu ve yavaş üretimler’ yapıyor. Bana göre, o, yel değirmenlerine karşı savaşan bir düşperest ama uğrunda çaba gösterdiği “başka türlü bir dünya” bir düş değil... İçinde yaşadığımız dünyanın giderek küresel bir kabusa dönüşmesini engelleyebilmek için, olması, oldurulması gereken. Hepimiz, temiz bir dünya için aşağı yukarı aynı hayalleri paylaşıyor, çoğumuz ise alışkanlıklarımızı değiştirmekte pek yavaş kalıyoruz. Aslında ne yapmamız gerektiğini içten içe biliyor olsak da, sözlerin ötesine geçemiyoruz. Azize gibi temiz üretim yapanlara destek olmamız gereken zaman aslında dündü belki, ama hala bir fırsatımız var. O ve onun gibi üreticiler, ümitle, yılmadan, tüketim şekillerimizi dönüştürecek üretim yöntemleri için hala çabalıyorsa, bize de onların çabasına katılmak düşer.
Dilerseniz, hikayeye en başından başlayalım; Azize Demirhan kimdir? Azize Demirhan 37 yaşında ve 6 yıldır İzmir’de yaşayan bir Karadenizli. Bir çocuk büyütürken, bir taraftan da ekolojik temizlik ve bakım ürünleri üreten, zehirsiz temizlik alışkanlığının yaygınlaşması için çalışmalar yürüten bir iletişimci.
Trabzon’da dünyaya geldim. Evimiz şehir merkezindeydi fakat bazen de köye babaannem ve dedemin yanına gider onlarla kalırdım. O zamanların köy hayatı sade, basit ve doğayla uyum içindeydi. Şimdinin aksine çok az ev vardı ve evler tipik Karadeniz mimarisiydi. Her evin altında bir ahır ve hemen her hanenin hayvanları vardı. Fındık bahçelerinin yanı sıra tütün tarlaları ve tütünlerin dizildiği damlar vardı. Henüz asfalt yolun köyümüze girmediği 80’li yıllarda, köy dolmuşu, sabah ve akşam olmak üzere günde sadece iki kez çalışırdı. Aslında şimdi anlıyorum ki, şehir merkezine çok yakın olan köyümüzü şehirden çok ama çok uzaklarda sanırdım. Annem bazen küçük kardeşimle çarşıdaki yani şehirdeki evimizdeydi, babamsa Suudi Arabistan’a çalışmaya gitmişti. Ulaşımın ve iletişimin kısıtlı olduğu bu dönemde şehirle bağlantı kurmak inanılmaz bir şeydi benim için.
Fındık bahçelerinin içinde yabani dağ çilekleri toplamak, köy çeşmesinden su almak, babaannemin alacalı fasulyeleriyle evcilik oynamak, yabani böğürtlenler toplayıp kendi şerbetimi yapıp içmek, fındık ağaçlarının dibinde boy veren çuha çiçeklerini durup izlemek yalnızlığımı gideren en güzel şeylerdi. Yavaş ve sıkıcı gelse de, şimdi rüyalarımı süsleyen o günleri, her yaz koşa koşa gittiğim köyümde yaşadım. Yaprakların ve çinko damın üstüne pıtır pıtır yağan yağmurun sesini dinlemek, yayık vuran babaannemi izlemek, sırtımızda sepetimizle ineklerimiz için dedemle sonbaharda kuru yaprak toplamaya gidişimiz… Hafızamda yer eden daha sayamayacağım bir sürü güzel anı .… Bu nedenle toprağa, suya, ağaca kısacası doğaya hep sevgiyle ve duyarlılıkla bağlı oldum. Köy yaşamı 80'li yıllardaki göç dalgasıyla bizim de büyükşehire göçmemizle birlikte kesintiye uğradı. Artık sadece yazın bir ay gidip görebiliyordum köyümü. Tabii ki bu benim için üzücü bir kırılma noktası oldu. Derken eğitim hayatı başladı. Liseyi bitirene kadar Bursa’da kaldık. Üniversiteyi kazandığım yıl tekrar Trabzon’a taşındık. Üniversiteyi Erzurum Atatürk Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Tv Sinema bölümünde tamamladım. Sonra Trabzon’a dönüş ve iş hayatı başladı. Birkaç yıl bir firmada yönetici asistanlığı yaptıktan sonra, evlilik ve çocuk derken iş hayatına ara verdim. Bu süreçte Rize’de yaşadım. Yaylaları gezdik, denize gittik, müzik yaptık… Çok güzel yıllardı. Derken İzmir’e taşınmaya karar verdik, halen de İzmir’de yaşıyoruz.
İzmir, benim için ekolojik bilincin oluştuğu bir süreç oldu diyebilirim. Daha önce belirttiğim gibi doğaya karşı hep duyarlı biriydim ama teorik anlamda okumalar yaptığım üretime katkı sunabileceğim bir pozisyonu bu süreçte edindim diyebilirim.
İzmir’de kızımın da eğitim aldığı Başka Bir Okul Mümkün Koopertatifi Renkli Orman Okulu ’nun ev sahipliği yaptığı, Sümeyra Uğur ve Seçil Acar’ın yürüttüğü “Temizlik Algısına Bütüncül Bakış ve Uygulama Atölyesi” düzenlenmişti. Bu atölyeye katıldım. Burada karbon ayak izimiz, temizlik ve tüketim alışkanlıklarımız üzerine faydalı bir sohbet gerçekleştirdik; doğal malzemelerle yaşam alanları ve bedenimiz için zehirsiz temizlik ürünleri yapmayı öğrendik. Bu atölye benim için başlangıç noktası oldu. Yediğimiz ve içtiğimiz ürünlerde doğallık arıyorken, temizlik için endüstriyel ürünler kullanmanın büyük bir handikap olduğunun bilincine vardım. Edindiğim bilgileri hemen yakın çevremle paylaşmaya başladım. Üç yıldır da evimde kullandığım tüm temizlik ve bakım ürünlerimi kendim üretiyorum. Konuyla ilgili kaynaklar araştırıyor ve okuyorum. İşin kimyasına girince, bunun derya deniz bir alan olduğunu fark ettim. Geçtiğimiz günlerde de Mikrobiyoloji ve Parazitoloji uzmanı Dr. Şerife Akküçük’ten aldığım “Doğal Kozmetik Yapımı” eğitimini tamamlandım. Artık sertifikalı bir üreticiyim diyebilirim. “Gola Atölye” nasıl doğdu? Ben dünyayı kendimden, yani vücudumdan farklı görmüyorum. Nasıl ki vücudumuzun kaldırabileceği yük sınırlıysa, dünyanın da kaldırabileceği yükün bir sınırı vardır. Dünyanın sınırlı kaynakları üzerinden sınırsız ‘ihtiyaçlar’ dayatması, kapitalizmin temel propagandalarından biridir. Dolayısıyla bireysel hayatlarımızda tüketim alışkanlıklarımızı doğa lehine gözden geçirmek, değiştirip dönüştürmek çok önemli olsa da problemin asıl kaynağı olan kapitalist üretim biçiminin topyekûn değişmesi gerekmektedir. Belki de benden, evinizde plastik ambalaj tüketmeyin, cam kullanın, hazır kozmetik almayın, temizlik ürünlerinizi kendiniz yapın, bisiklete binin gibi çoğaltabileceğim sınırsız tavsiye bekliyor olabilirsiniz... Ki zaten bunu yapan binlerce insan da var aslında. Bu ve benzer örnekleri yaşam tarzı olarak yıllardır uyguluyorum. Kişisel çözüm bu olabilir ama dünyanın ihtiyacı olan şey tam olarak bu değil. Ben, bir tişört için tonlarca suyun harcanıp kirletildiğinin bilincinde olarak, gereksiz alışveriş yapmıyorum... Fakat dünyanın en nadide köylerinin arazileri üzerinde tek kullanımlık kıyafetler üreten moda devlerinin üretimi azılı bir şekilde devam ediyor. Yahut enerji ihtiyacı diye ya da altın diye ülkemizin en güzel dağları, tarım arazileri, akarsuları yok ediliyor. Gerçek şu: Dünyada sermaye birikimini elinde bulunduran belli başlı devletler ve onlara benzemek isteyen diğer devletlerin aşırı kar hırsı yüzünden bu güzelim gezegenin kaynakları yok edildi ve edilmeye devam ediliyor. Bunun için sadece doğanın kaynakları mı yok edilen? Kapitalizmin ihtiyacı olan yeryüzü kaynaklarının sömürülmesi için de türlü gerekçelerle savaşlar çıkarılıp insanlar da yok ediliyor. Gerçekçi olmak zorundayız. Hayalimizdeki temiz dünya için evlerimizi zehirsiz ürünlerden, ruhumuzu zehirleyen alışveriş çılgınlığından kurtulmak ne kadar önemliyse de. tüm dünyayı zehirleyen bu kapitalist sistemin yıkılması elzemdir. Yerküremiz ve üzerinde yaşayan tüm canlılar için tahayyül ettiğimiz temiz bir hayatı karşılayabilecek olan tek sistemin sosyalizm olduğunu biliyorum. Dolayısıyla, Gola Atölye olarak ‘sürdürülebilir bir yaşam döngüsü için doğa dostu ve yavaş üretimler’ mottosunun altında yatan temel itki de budur. “Sürdürülebilir bir yaşam döngüsü için yavaş ve doğa dostu üretimler”den bahsettiniz. Pandeminin de etkisiyle, sürdürülebilirliğin önemini yeni yeni kavramakta olan bir toplum olarak, bizlere neler önerirsiniz? Nereden başlayabiliriz? Zehirsiz temizliği bütüncül bir bakışla ele alırsak önemini daha iyi kavrayabiliriz. Çünkü bedenimizi zehirleyen endüstriyel temizlik ve bakım ürünleri aynı zamanda toprağı ve suları da zehirliyor. Temiz gıda ve temiz su beklentisi içerisinde olmak temizlik alışkanlıklarımızı da değiştirmeyi gerektiriyor. Bu topraklarda hala eskilerin kadim bilgileri yaşamaya devam ediyor eğer bir yerden başlamak gerekiyorsa; zaman ayırmak ve iştahımızı kabartan tüketim tuzaklarından uzak durmak, doğal ve temiz üretime yönelmek gerekiyor. Üretimleri kendimiz yapabilmekle beraber toplumsal anlamda bir değişimi daha da mümkün kılmak istiyorsak, bu çalışmaların yerel ve merkezi yönetimler tarafından da desteklenmesi gerekir ve bunu talep etmeliyiz. Hem ucuz hem de ulaşılabilir olan doğal malzemeler ile kendi temizlik ürünlerimizi evde üretebiliriz. Doğal ve temiz yollarla üretim yapan küçük üreticileri, ekolojik pazarları destekleyebilir ihtiyaçlarımızı onlardan temin edebiliriz. "Zirai ilaç kullanmazsak millet aç kalır" yalanına kanmamalıyız. Atalık tohuma sahip çıkmalı ve zirai ilaç kullanımını tamamen bırakmalıyız. Evde ve işyerinde, su ve elektrik tüketiminde tasarruf yoluna gitmeliyiz. Satın almadan önce bunun elzem bir ihtiyaç olup olmadığını durup düşünmeliyiz. Eşyalarımızı takas edebiliriz. Ve en önemlisi, çöpümüze sahip çıkmalıyız. Yeryüzü bizim çöplüğümüz değil, evimiz. “Gola Atölye” için geleceğe dair planlarınız nedir? Kaynakların sınırlı olduğunun bilincinde olarak, kendi emeğimle kendimi geçindirebilecek kadar üretim yapıyorum. "Gola Atölye" için hayalim, atölyemi insanların kendilerini iyi hissedeceği, katılım gösterip birlikte temiz bir dünya için üretimler gerçekleştirebileceğimiz bir yer haline dönüştürmek... Özellikle çocuklarla çalışmak, onlarda ekolojik bilincin oluşmasını sağlayacak okumalar ve aktiviteler yapabilmeyi istiyorum. Yetişkinlerle, yine temizlik algısının değişmesine yönelik aktivite ve üretimler yapabilmeyi çok istiyorum. Belki de yerel yönetimler aracılığı ile köy köy mahalle mahalle dolaşıp temizliğin zehirli malzemelerle olmadığını artık özümüze dönmenin gerekliliğini anlatacak çalışmalar yapmak gereklidir.
Konunun odağına dönecek olursak, beden sağlığımız için nasıl ki yediğimiz içtiğimize özen gösteriyorsak ve temiz gıdaya ulaşmak hakkımız ise, yerküremiz de aynı özeni fazlasıyla hak ediyor. Temiz bir dünyayı birlikte inşa edebilme umudu ile teşekkür ederim... Umudu taze tuttuğunuz, bunun için çabaladığınız, son derece içten bir anlatımla güzel hikayenizi bizlerle paylaştığınız için ben teşekkür ederim. Varlığınız içimizde bahar dalları açtırıyor...