Dolores Giménez... Flamenko gibi derin, tutkulu ve binbir duyguyla dolu.
"Beni en çok heyecanlandıran şey, Flamenko aracılığıyla kadınları güçlendirmek".
Flamenko insan formuna bürünmüş olsa, bence Dolores Giménez olurdu. Tatlı, zeki, cilveli, neşeli, tutkulu, güçlü, kadınsı, şefkatli, derinlikli, gizemli, sürprizli, gerekirse dramatik ve hüzünlü; tıpkı Flamenko gibi binbir duyguyla yüklü… İspanyolların ifade ettiği şekliyle, “O tam bir Flamenca!” Onunla yaptığım bu röportaj için o kadar heyecanlandım ki, bir gece öncesinde uyuyamadım. Kolay mı? Kendisi, nice şarkıcılar, gitaristler ve dansçılar yetiştirmiş Carmen Amaya Flamenko Okulunun kurucusu ve Madrid’in en eski Flamenko okulu olan Amor de Dios’un “Maestra”sı… Döneminin en büyük öğretmeni ve dansçısı Doña Concha Borrull'dan eğitim almış, Pansequito, La Marelu, Juan de la Vara, Pepe Habichuela, La Paquera de Jerez, Enrique de Melchor gibi önemli sanatçılar ve kendi deyimiyle, LA ISLA'dan gelen büyük şarkıcı CAMARON ile sahne paylaşma şerefine erişmiş ödüllü bir Flamenko sanatçısı… Bu sayfalara sığmayacak sayıda, dünya çapında ses getirmiş gösterilerin ve eserlerin yönetmen, dansçı ve koreografı... Kadınların güçlendirilmesini hedefleyen " Flamenkura" projesinin yaratıcısı… (Bunlar hakkında detaylı bilgi için buraya da tıklamayı unutmayın. ; ) Ama tüm bunlara rağmen, hayattaki iki büyük tutkum olan Flamenko ve kadınların güçlendirilmesine destek vermek için kurduğum Toprak Anası Deniz Kızı Platformunu bir araya getirecek bir röportaj için benimle görüşmeyi kabul edecek kadar mütevazi ve zarif bir kadın… Siz olsanız, uyuyabilir miydiniz? Burada şimdi okuyacağınız röportajın dili belki biraz resmi gibi gelebilir, ama Amor De Dios ’daki sınıfında buluştuğumuz anda, çok eski bir arkadaşını yeniden görmüş gibi beni sevgiyle kucaklayan bu sıcacık kadınla kalpten kalbe müthiş bir bağ kurduk. 3-5 kelime İspanyolcamı, İtalyancam ve biraz da İngilizcemle birleştirerek kendisiyle yaptığım bu röportajda ona tüm sormak istediklerimi soramasam da, biz ortak aşkımız ve tutkumuz olan Flamenko sayesinde çok başka ortak bir dil bulduk. (Beni anlamaya çalışırken ki çabası ve sabrına hayran oldum, o ayrı… ;) Çingene halkının tüm güzel özelliklerinin vücut bulmuş hali bu şahane kadınla yüz yüze tanışmak ve konuşmaktan o kadar mutlu oldum ki, onunla geçirdiğim 4 saat boyunca, şekerci dükkanında tüm şekerleri yemesine izin verilmiş küçücük bir kız gibiydim. Elbette bana bu şansı bahşettikleri için Yaradan’a sonsuz şükürlerimi, Sevgili Dolores Giménez ’e ise binlerce kez teşekkürlerimi sunuyorum... O öğleden sonra ile ilgili daha sayfalarca yazı yazabilirim, ama sanırım siz beni anladınız. O yüzden lafı daha uzatmadan, işte karşınızda Tek ve Benzersiz, Güzeller Güzeli, Muhteşem Dolores Giménez... Dolores Giménez kimdir, bize biraz kendinizden bahseder misiniz? Ne güzel bir soru... Dolores Giménez, dans etmeyi çok seven ve bunu başarmış bir kız. Hayattaki tüm güzellikleri görmeyi seven bir insan… Sanırım hayatımın temelinde bu var. İnsanların olumlu yönlerini görmeyi severim ve hayatı güzelleştirmeye çalışırım. Hayattaki her şeyden daima olumlu bir taraf çıkarırım. Normalde insanlar benimle tanıştıklarında hep enerjimden, pozitifliğimden ve tatlılığımdan bahsederler. Bence hepimiz birazcık böyle olsaydık hayatımız ayçiçekleriyle dolu olurdu. Bence iyi insanlar daha çoklar ama kötü olanların sesi daha çok çıkıyor. Flamenko hayatınıza nasıl girdi? Daha annemin karnındayken bile flamenko her zaman hayatımdaydı, çünkü ben bir Çingeneyim. Flamenko tüm kutlamalarımızda yer alırdı. Flamenko hep oradaydı… Annemin bana anlattığına göre, 3 yaşındayken bir düğünde, nerede olduğumu bilmeden kaybolmuşum… Bir insan kalabalığı içinde ben dans ederken, herkes ellerini çırpıyor ve bana şarkı söylüyormuş. Daha profesyonel olarak dans ettiğimi ilk farkettiğimde 4 yaşındaydım. Dokuz yaşıma geldiğimde, dans ederken zaten artık çok daha rahattım. 13 yaşında Barselona'daki Tablao Cordobés'e katıldım. Gündüzleri okula, akşamları da Tablao'ya giderdim.Yani demek istediğim, Flamenko, en başından beri her zaman hayatımdaydı, hep de öyle olacak… Herkesin, özellikle de dünyanın başka ülkelerinden bakınca insanların kafasında kendine ait bir Flamenko imajı var. Kıpır kıpır gitar ritimleri, fırfırlı, puantiyeli elbiseler, kastanyetler ve baş döndürücü ayak hareketleri… Yıllarını ve kendini bu dans türüne adamış bir sanatçı olarak bize Flamenko sanatının esasını anlatabilir misiniz? Flamenkonun özü oldukça geniştir çünkü herşeyden önce Flamenkonun birçok makamı vardır; yani en hüzünlü cante’lerden olan Siguiriya ve Solea’lardan, Cádiz'in neşeli ve esprili Chirigotas’larına kadar geniş bir yelpazeye sahiptir. Tanım yapmak gerekirse, bana göre Flamenko safi duygudur. Bazı insanlar Flamenkoyu sadece neşe ve kahkaha olarak algılıyor, bazıları da tam tersine çok hüzünlü olduğunu düşünüyorlar… Flamenko bu duyguların hepsine sahiptir. Başka bir deyişle, Flamenkoyu güzel yapan şey, tüm bu duyguları içermesidir.
Flamenkonun dünyadaki genel imajının çok neşeli, tefli, puantiyeli vb. olduğu doğrudur; ancak bundan çok, çok daha derindir. Kuvvetli kelimesini kullanmayı sevmiyorum; Flamenko çok fazla dehaya ve mizaca, ama aynı zamanda çok fazla tatlılığa ve duyarlılığa da sahiptir. Kadınlar söz konusu olduğunda aynı zamanda çok da kadınsıdır çünkü dans ederken çok fazla kalça ve el hareketi kullanılır. İşte Flamenko tüm bu özellikleri içinde barındırır… Kadınların güçlendirilmesi için geliştirdiğiniz çok özel bir projeniz var... Bize biraz “Flamenkura” projenizden bahsedebilir misiniz? “Flamenkura” projesi çok spontane bir şekilde ortaya çıktı. Ders verirken sınıfımdaki insanların kendilerini çok rahat ve özgüvenli hissetmelerini sağlamaya çalışırım. Bir gün öğrencilerimden biri gelip bana dedi ki, “Sınıfınıza tüm sorunlarımız, üzüntülerimiz ve hatta depresyonla geliyoruz ama siz bizi neşeyle dolduruyorsunuz, çok mutlu ayrılıyoruz. Neden bunun üzerinde biraz daha çalışmıyorsunuz? Çünkü farkında olmadan bizi içimizde bir dizi şeye teşvik ediyorsunuz… Bence sadece buna özel bir kurs açmalısınız.” Ve sonra, sanırım 2018 yılıydı, mesleği gazeticilik olan bir öğrencim benden, Madrid'deki Google merkezinde düzenlenen Dünya Kadın Gazeteciler Toplantısı'nda kadınların güçlendirilmesi üzerine bir atölye çalışması yapmamı istedi. Ona bu atölyede ne yapmam gerektiğini sorduğumda, bana Flamenko dans derslerimde kendi öğrencilerimle yaptığım ve onlara anlattığım şeyleri aktarmamın yeterli olacağını söyledi. Ben de, dünyanın dört bir yanından gelen tüm bu gazeteci kadınları güçlendirecek bir ders hazırlarken, bu kadınlara aktarabileceğim her şey için kendi içime bakmaya ve Flamenko müziğinin kayıtları üzerinde çalışmaya başladım. Daha önce de söylediğim gibi, Flamenko, en hüzünlüsünden en neşelisine kadar geniş bir yelpazeye sahip bir müzik türü olduğu için, bu müzik aracılığıyla ortaya çıkan duygular üzerinde yoğunlaştım. Atölyeye Flamenko tangoları ile compás yaparak başladık. Ayak hareketlerini çalışırken, Merkezde çalışan insanları rahatsız etmeye başladık. Cesaretleri kırılan kızlar atölyeyi bitireceğimizi düşündüler. Ama ben onlara: "Merak etmeyin, şimdi çıplak ayakla dans ediyoruz, böylece Toprak Ana ile daha fazla temas halinde hissedebiliriz ve kollarımızla Yaradan ve evrenle bağlantı kurabiliriz" dedim. Bu atölye gerçekten çok güzel bir deneyimdi. "Flamenkura" işte böyle başladı… Sonrasında bunu geliştirdim: Biz kadınların aşık olduğumuz andan hamile kaldığımız ana, çocuk sahibi olduğumuz andan, kendimizi yalnız ve anlaşılamamış hissettiğimiz, hayal kırıklığı yaşadığımız anlara kadar sahip olduğumuz tüm duygular üzerinde çalışmaya başladım. Burada amaç kadınların kendilerini sevmeyi öğrenmeleriydi, çünkü biz kadınlar veya anneler olarak başkalarına çok şey sunarken, kendimize pek az şey sunuyoruz. Flamenkura egzersizleriyle yaptığım şey, kadınların öncelikle kendilerini sevmeyi öğrenmeleri… Çünkü kendinizi sevmeyi öğrendiğinizde, başkalarına sunacak çok daha fazla şeyiniz oluyor. Flamenkura 'nın temeli işte budur. Tüm bunlar müzikle birleşince size müthiş bir özgüven sağlıyor. Kızlara hep söylediğim birşey var: Sokakta yürürken kendinizi biraz kötü hissettiğinizde, omuzlarını dik tut, göğsünü ger, dünyayı yen. Müzik aracılığıyla çok güzel hisler yaşıyoruz. Ağladığımız da oluyor… Bu atölyeler sırasında, kızlarla grup oluşturduğum bir an var. Ben “korku” oluyorum ve sonra onlara "Ben korkuyum, yapamazsınız, ben korkuyum!" diye bağırarak yaklaşıyorum. Onların da bana gelip, güçlü olduklarını, korkunun var olmadığını, korkudan daha güçlü olduklarını ve onu altedebileceklerini söylemeleri gerekiyor. Başlangıçta bu onlar için çok zor oluyor, çünkü korkunun kendilerinden daha güçlü olduğuna inanıyorlar, ancak dersin sonunda buna isyan ediyor ve üstesinden gelmeyi başarıyorlar. En sonunda hepimiz bir çember oluşturuyor, elele tutuşuyor, bağırıyor, güçlendiğimizi ve korkunun gittiğini söylüyoruz. Metaforik olarak korku hayatımızdan çıkıp gidiyor. Gençlerle de projeler yapıyosunuz, Flamenko ile tanışan gençlerin hayatlarında neler değişiyor? Asociación Cultural Flamenca Carmen Amaya 1995 yılında kurulduğunda, ana fikir risk altındaki gençlere ulaşmaktı. Çünkü en çok istediğimiz şey, bu gençlerin, sokaklarda yapmamaları gereken şeyleri yapmak yerine, kendilerini profesyonel olarak bu işe adayabilecek seviyede İspanyol kültürünü, Flamenko'yu tanımalarıydı. Bu okulu açmak hayatımda başıma gelen en güzel şeylerden biriydi. Başlangıçta ne istedikleri konusunda çok net olmayan birçok genç vardı. Derslere geldiler, Flamenkoyu tanıdılar ve sonra kendilerine güvenmeye başladılar. Flamenkonun onlara bir gelecek sağlaması için onları eğitmeye çalıştım. Öğrencilerime, "Ders almaya geliyorsunuz, çalışıyorsunuz. Ama tüm bunların yanı sıra Flamenko dünyasında profesyonel olma fırsatınız var; ileride benim burada yaptığımın aynısını yapabilir, hatta ben burada olmadığımda da çalışmalarıma devam edebilirsiniz...” dedim. Benimle küçüklükten başlayan ve derslere gelen pek çok kişi, şimdi dans öğretmeni ya da dünyanın dört bir yanına seyahat eden dansçılar oldu ki bu da hedeflerimden biriydi. Bir Flamenko dansçısı olarak eğitim vermenin en güzel yanlarından biri de her türlü insanla ilgilenebilmem; ama ben her şeyden önce kızlar ve kadınlarla ilgileniyorum. Kızlar için istediğim, sadece evlenmeleri, çocuk sahibi olmaları ve evde kalmaları değil, onların herşeyden önce bir dansçı, bir sanatçı olabilmeleriydi. Kendinizi çok fazla adarsanız, bunu başarabilirsiniz; yani elbette sadece haftada iki gün ders almakla bu olmaz. Tıpkı bir atlet, bir sporcu gibi her gün en az 4-5 saat çalışmanız gerekir. İnsanların sahnede gördükleri 10 dakikadır, ama onun arkasında saatler olduğunu göremezler. Bu yüzden öğrencilerimizi kendilerini sürekli eğitmeleri, çalışmaya devam etmeleri için hep teşvik ettik, etmeye de devam ediyoruz. Çünkü bir insanın sahip olduğu en iyi cephane zihninin iyi bir şekilde donatılmış olmasıdır; ne kadar çok çalışır, ne kadar çok bilgiye sahip olursanız kendinize o kadar çok güvence yaratırsınız. Bu nedenle velilere, Flamenko eğitimlerine paralel olarak okul ve üniversite eğitimlerine devam etmeleri için çocuklarını teşvik etmeleri konusunda tavsiyede bulunduk. Çünkü gerçekten bunu yapabilecek bir potansiyele sahiptiler. Ama başka bir işleri bile olsa, bunu bir serbest zaman aktivitesi olarak bile yapsalar, Flamenkoyu her zaman hayatlarında bir itici güç olarak görmelerini istiyorduk. Müziği ve her şeyden önce Flamenko müziğini anlamak ve anlatmaktan, bununla bir gelecek yaratmaktan daha güzel ne olabilir? Mümkün olduğunca bunu başardık. Şimdi aynı şekilde Amor De Dios çatısı altında çalışıyoruz… Burada yaşamlarını profesyonel olarak Flamenkoya adamak isteyen pek çok kız var. Öğrenci profilimizde alım gücü ve ekonomik seviyesi oldukça yüksek gençler olabildiği gibi ekonomik seviyesi çok düşük ya da hiçbir imkânı olmayan insanlar da olabiliyor. Biz de aslında potansiyeli olan ama derslerin ücretini ödeyemeyen bu gençlere burs verdik. Vallecas'ta bulunduğumuz süre boyunca, paraları olmadığı için karşılayamadıkları bir dizi deneyimi, Flamenko sayesinde yaşayabilen insanlar oldu. Bizi gururlandıran şeylerden biri de bu; ekonomik kaynakları olmayan insanlar derslerimize gelebiliyor ve artık bir meslek, bir gelecek sahibi oluyorlar. Hala bizimle birlikte olanlar, bizden ders alanlar var çünkü daha önce de söylediğim gibi onları her zaman eğitimlerine devam etmeleri için teşvik ediyoruz. Henüz yeni yeni başlayan bir öğrenci olarak diyebilirim ki, Flamenkoyu gerçekten öğrenmeye başladığınızda inanılmaz bir derinliğe sahip olduğunu fark ediyorsunuz. Bu gerçekten çok güzel, ancak öğrenmeniz ve dikkate almanız gereken detayların miktarı bazen gözünüzü korkutabiliyor... Flamenko öğrenmeye kararlı birine ne tavsiye edersiniz? Flamenko öğrenmeye karar veren bir kişiye ne tavsiye ederim? Bakalım… Bu soruya verilebilecek çok cevap var. Her şeyden önce, ilk tavsiyem sakin olmak, yani bir kere çok rahat olmalısınız. Gerginlik ve telaşı bir kenara bırakın, acele etmeyin. İnsanlar sıklıkla bana flamenko ne kadar zamanda öğrenilir diye soruyorlar. Bunu bilemem; iki derste herşeyi çok iyi yapan ama iki günde unutan insanlar da var, çok zorlanan ama bir kez öğrenince unutmayanlar da… Bir kere çok fazla “cante” (şarkı) dinleyin… Benim ve benim gibi pek çok insan için Flamenkonun temeli “cante”dir. Yani dans dersinize geliyorsunuz, iyi güzel, ama orada bitmiyor. Eve döndüğünüzde bol bol Flamenko şarkıları ve tüm farklı Flamenko tarzlarını dinleyin, gitarın keyfine varın, bol bol dans edin.... Çokça video izleyin, çünkü sizi zenginleştirecek ve besleyecek olan şey budur. Diyelim sınıfta “Alegría” ritminde dans ediyoruz, eve döndüğünüzde de Alegría ritimlerini dinlerseniz, yeniden dersime geldiğinizde onu çok daha iyi anlamış oluyorsunuz. Ama dinlemezseniz, her şeye yeniden başlamış gibi olursunuz. 1-2-3-4-5-6-7-8-9-10-1-2 gibi bir dizi ölçüyü nüanslamanız gerektiği ve hangi zamanda olduğunuzu bilerek işaretlemeniz gerektiği doğrudur; bunlar size güvenli alanda tutar. Ama hepsinin önünde yine de “cante” gelir. En iyisi kendinizi müziğe ve “cante”ye kaptırmaktır; ama acele etmeden, duyumsayarak… Cante, Flamenko’ya ilahi bir şekilde ulaşmak için üzerinden geçmeniz gereken bir halı gibidir. Yabancılarla çalışmayı çok seviyorum, özellikle de Japonlarla… Bence en iyi öğrenenler onlar çünkü hiç acele etmiyor ve çok soru soruyorlar. Bana bin kere soru sormalarını çok seviyorum: “Bu hareket nasıl yapılır? Tam olarak nerede giriş yapıyorsunuz? Bunun hissiyatı nasıl olmalı? Bu benim hoşuma gitti, bunu nasıl yaptınız?
Söylemek istediğim şey, Flamenko kimsenin tekelinde değildir; bir İspanyol, Japon, Türk veya Meksikalı olabilirsiniz, hiç fark etmez… Yaradana şükür, derslerimde dünyanın her yerinden çeşitli insanlar var; İspanyol olmayıp, İspanyollardan daha iyi dans eden pek çok insan var. Bu nedenle öncelikle, iyi Flamenko yapabilmek için bir Çingene, Endülüslü ya da İspanyol olmanız gerektiği önyargısından kurtulmalısınız. Flamenkoyu ya anlarsınız ya da anlamazsınız, ya seversiniz ya da sevmezsiniz, ya hissedersiniz ya da hissetmezsiniz… Hissettiğinizde damarlarınızda akar ve kimse bunu sizden alamaz, nereden olursanız olun… Sevdiğinizde ise sizi hayatınızın en derin yerine götürür. Flamenko budur. Kimsenin özel mülkü değildir. Müziktir ve müzik herkese aittir. Aynı zamanda bir insanlık mirasıdır, yani hepimize aittir.
Sevgili Dolores Giménez, bu güzel röportaj için size teşekkürlerimi ifade edecek kelime bulamıyorum.... Benim için unutulmaz ve paha biçilemez bir deneyim oldu. Yaşasın bizi birleştiren Flamenko aşkımız! Yaşasın Büyük Çingene Halkının ve Flamenko'nun Kraliçesi Dolores "Loli" Giménez! Ve her zaman söylediğiniz gibi.... Yaşasın dünyanın tüm Flamenca'ları!